Hasan Esendağlı, bu tablodan çıkan sonucun; “Kıbrıs Türk toplumunun KKTC Devletine olan saygı, itimat, inanç ve bağlılığının ciddi şekilde hasar görmüş olduğu, neredeyse kaybolma noktasına geldiği” olduğuna işaret ederek, “Bu durum, spesifik konuların üstünde, en büyük sorunumuzdur” dedi ve şöyleki devam etti:
Hasan Esendağlı, Adli Yıl’ın açılışı sebebiyle düzenlenen törende yapmış olduğu konuşmada, Türkiye Cumhuriyeti’nde 6 Şubat’ta meydana gelen depremde verilen acı kayıpların toplumu derinden etkilediğini açıkladı.
Esendağlı, şöyleki devam etti:
“Ne yazık ki genç insanlarımız, yurttaşlarımız, çocuklarımız binlerce Türkiye yurttaşı ile beraber cehaletin, aymazlığın, aç gözlülüğün, kanunsuzluğun, denetimsizliğin kurbanı oldular. Canlarını kaybeden aileler, gözlerini artık yargı sürecine çevirdiler. Bu felakete neden olan kişilerin yargılandıklarını ve cezalandırıldıklarını görmek, neredeyse tek dilekleri. Kıbrıs Türk Barolar Birliği olarak ailelerimize Türkiye’deki hakkaniyet arayışında ilk günden itibaren verdiğimiz desteğin, bu mücadelenin sona ereceği güne kadar koşulsuz devam edeceğini buradan vurgulamak isterim.
Yoğun geçen bir adli senenin arkasından tüm yargı mensupları tarafınca heyecanla beklenen adli tatilin luğu de bu yıl kursağımızda kaldı. Camiamız fazlaca acı bir kayıpla sarsıldı. Meslektaşımız Elay Arık Yusuf, fazlaca genç yaşta ani bir halde çocuklarına, ailesine, arkadaşlarına veda etti. Elay’ı ; depremde öteki canlarla beraber kaybettiğimiz Duygu Bolsoy Kalaycı’yı ve kayıplarıyla bizi eksilten sonsuzluğa uğurladığımız tüm meslektaşlarımızı huzurunuzda saygı ve özlemle anıyorum.”
Naimoğulları: Balya ve saman sıkıntısını çözmek için savaşım ediyoruz
Esendağlı, Devletin üç büyük erki; yasama, yürütme ve yargının temsilcilerinin bir arada bulunmuş olduğu Adli Yıl açılış törenlerinin senelerdir ülkenin ve bilhassa yargının sorunlarının dile getirilmiş olduğu bir platform olarak kullanılmasının bir teamül haline geldiğine işaret etti.
Buna rağmen bu sorunların çözülememesi ve hatta her geçen yıl daha da büyümesinin ise neredeyse başka bir teamül durumuna geldiğine işaret eden Esendağlı, sadece “meslek örgütü” sıfatıyla yargı ve avukatların problemlerinden adım atmak ve toplumun sorunları ile devam etmek suretiyle, eleştiri ve önerilerini sunmanın görevleri bulunduğunu belirtti ve sözlerini şöyleki sürdürdü:
“Bugün itibariyle Barolara kayıtlı avukat sayısı 1400; fiilen meslek icra eden avukat sayısı ise 900 civarındadır. Bu sayılar, bizi ülkenin en büyük meslek örgütlerinden biri haline getirmiştir. Fakat emin olun ki bu avukat sayısına pozitif anlam yüklemek fazlaca zor olsa gerek. Zira avukat sayısı, gerekseme ve kapasitenin fazlaca ötesine geçmiş durumdadır. Maalesef bu duruma, öteki pek oldukça yüksek öğretim gerektiren meslekte olduğu şeklinde ilk olarak sıhhatli bir eğitim planlaması ve yönlendirmesi yapmayan gelmiş ve geçmiş hükümetler ile ülke kapasitesini dikkate alarak yerli öğrencilere saptanca kısıtlaması getirme sorumluluğunu gösteremeyen KKTC’de kurulu üniversiteler yol açmıştır. Bu mevzuda acil bir halde önlem alınması gerektiği şeklindeki çağrımızı tekrarlıyorum. Yargı hizmetlerinin kurucu unsuru olan avukatlık mesleğinin niteliğinin düşmesi de; üniversiteden yeni mezun olup mesleğe giriş halletmeye çalışan pırıl pırıl gençlerin hayallerinin yıkılması da görmeyi istediğimiz sonuçlar değildir.
Bu yöndeki çabalarımızın bir meyvesi olarak, Fasıl 2 Avukatlar Yasası’nda yer edinen avukatlık meslek icrasına ilişkin tanımın uygar hizmetleri içine alacak şekilde genişletilmesine ilişkin yasa önerisi Meclisteki tüm hukukçu milletvekilleri tarafınca sunulmuş ve komiteden de oybirliği ile geçerek genel kurula sevkedilmiştir. Mesleğimiz için büyük ehemmiyet arz eden bu yasa değişikliği için tüm siyasal partilerimize ve milletvekillerimize teşekkürlerimizi sunuyorum.
Avukatlık mesleğinin öneminden uzun uzun bahsetmeye gerek kalmamıştır. En yalın ifadeyle avukatlar halkın hakkaniyet hizmetlerine erişiminde köprü vazifesi görmekte; kişilerin hak ve hukukunun sağlanması ile ilgili son aşama teknik bir meslek icra etmektedirler. Bir tek bir an için yargı sisteminden avukatların çıktığını ve hak arayan kişilerin mahkemelerle avukat vasıtası olmadan direkt muhatap olmak durumunda kalmasının yaratacağı kaotik ortamı gözümüzde canlandırmak bile, mesleğin eleştiri önemini hatırlatacaktır.
Bizzat Anayasamız, bilhassa şahıs özgürlüğü ve hak arama özgürlüğü çerçevesinde, avukat hizmetinden faydalanmayı temel bir şahıs hakkı olarak düzenlemiş durumdadır. Avukatlık hizmetinin kamu hizmeti durumunda bir hizmet bulunduğunun algı edilmesi gerekmektedir. Bu hizmetin sıhhatli ve güvenli bir halde verilmesini sağlamak tüm kamusal makamların görevi olmalıdır. Oysa Avukatlar, mesleklerini icra ederken, mesleklerini icra ettikleri nerede ise tüm sahalarda büyük zorluklar ve engellerle karşılaşmaktadır. Bu zorluklar ve engeller, mevzuatla ilgili olabileceği şeklinde; çoğunlukla da fena uygulamalardan meydana gelmektedir.
Bilhassa liyakatsiz, iş bilmez, bürokrasiyi adeta engel çıkarma sanatı olarak gören kamu makamlarının devamlı olarak anlamsızca çıkardığı zorluklarla uğraşmak hem meslektaşlarımızı bezdirmekte hem de meslek örgütü olarak bizim ciddi mesaimizi almaktadır.
Unutulmaması gerekir ki avukatın karşısına çıkarılan engel, bununla beraber hakkı aranan yurttaşa da çıkarılmış olmaktadır. Bu bağlamda, avukatın hak arayışı ve meslek icrasının önündeki engelleri kaldırmak devletin ödevidir.”
Barolar Birliği Başkanı Esendağlı, kamu kurum ve dairelerinde bu anlamda acil önlem alınması gerekliliğini de altını çizdi ve şunları dile getirdi:
“Polis Müdürlükleri’nde Baro olarak tüm girişimlerimize ve iyiniyetli çabamıza rağmen zanlı ve/yada tutuklulara erişim ile ilgili uygulamalarda standart ve uygar yöntemler getirilmesini sağlayamadık. Bu anlamda Cezaevi’nde de sorunlu uygulamalar bazen rapor edilmektedir. Tapu Daireleri’nde işlem icra eden avukat ve vatandaşlara çıkarılan zorluklar, ilçeden ilçeye değişim arzeden tadı uygulamalar, artık eziyet seviyesine varmıştır. Maliye Bakanlığı, sorunlu başka bir alandır. Bilhassa gayrımenkul satışı, menkul icrası ve mazbatalardan meydana getirilen tahsilatların, yatırılmış olduğu emanet hesaplarından harcanması ve ilgili avukata aylar sonrasında ödenmesi, fazlaca büyük sorunlara yol açmaktadır. Süre içinde oluşan kur ve faiz farkları hem alacaklıyı, hem borçluyu mağdur etmekte hem de avukatları zor durumda bırakmaktadır. Tüm kamu kurum ve kuruluşları nezdinde data ve belgeye erişimde fazlaca büyük sıkıntılar yaşamaktayız. Dünyanın pek fazlaca ülkesinde ve bilhassa Türkiye’de avukatların meslek icraları kapsamında elektronik ortamda rahatça erişebildiği pek fazlaca belge, bizim açımızdan ulaşılamaz durumdadır. Ardı ardına meydana getirilen yazışmalar, muhatap memuru ikna etme zorunluluğu, ısrarlı takipler, ciddi bekleme süreleri, yüksek harç ve ücretler, bir belgeye ulaşmaya çalışan avukatın boğuşmak zorunda olduğu engellerdir. Tüm bu tarz şeyleri göze almanız ise, ilgili belge yada bilgiye ulaşacağınız anlamına gelmemektedir.”
Esendağlı, “yargı bağımsızlığının” ülkedeki tüm kurumların, toplumun tüm bireylerinin koruması ihtiyaç duyulan bir kıymet bulunduğunu ifade ederek, “İddia ederim ki, bağımsız yargının varlığı, şu anda bu topraklarda yaşamaya devam etmemizi elde eden temel dayanaktır” diye konuştu.
Esendağlı, yargı hizmetlerinin, kalite kaybının giderilmesi ve iyileştirilmesi için yapılması gerekenleri de söyle sıraladı:
“Mahkemelerin, kamu görevlilerinin emek vermeyi istediği son olarak yer olma özelliğinden kurtarılması gerekmektedir. Mahkeme, kendi çalışanlarının sorunlarını göz ardı etmemeli, yoğun iş yükü altında ezilen personelin emek verme koşullarının iyileştirilmesi, adil ve makul bir iş kısmı sağlanması ve öteki sorunlarının çözülmesi için yönetimsel tedbirler almalı ve/yada hükümetten bunu talep etmelidir. Bu yapılmadan, mahkeme çalışanının başka daire ve kurumlara geçmek mevzusunda gösterdiği çabayı idrak etmek da mümkün olmayacaktır.
Yüksek Mahkeme’nin yüzünü yargısal işlemlerde dijital ve/yada çevrimiçi sistemlerin kullanılmasına her geçen gün daha fazlaca döndüğünü memnuniyetle görmekteyiz. Bu konudaki gelişmelerin hız kazanmasının, bilhassa en büyük eleştiri deposu olan gecikmelerin önlenmesinde fazlaca ciddi şekilde yararlı olacağına inanmaktayız.
Bir başka kıvanç verici gelişme ise İcra işlemlerine yönelik mühim yenilikler getiren ve yargının tüm unsurlarının ortak iradesi yada muvafakati ile 2019 senesinde kabul edilen Hukuk Muhakemeleri Usulü (Değişim) Yasası’nın uygulanmasını sağlayacak olan Tüzük değişikliğinin 4 senelik gecikme ile olsa da tamamlanmak suretiyle olduğu bilgisinin tarafımıza verilmiş olmasıdır. Bu tüzük değişikliğinin yürürlüğe girmesinden sonrasında, icralarda yaşanmış olan tıkanıkların giderilmesi yönünde fazlaca ciddi bir yol alınacağı inancındayız.
Davaların adil ve süratli bir halde neticelenmesi temel amacıyla Hukuk Muhakemeleri Usül Tüzüğü’ne getirilen ve adına Case Manegement (Dava Yönetimi) denen kuralların davaların sonuçlanmasını hızlandırmak yerine tam tersine yargıç ve avukatların ayağına dolandığı; davanın esasından ziyade usule ilişkin duruşmaların ve istinafların yoğunluk kazanılmış olduğu; bu kuralların katı uygulanması ile davaların yürütülmesinde meydana getirilen olası hataların telafi edilmesinin zorlaştırıldığı; bu şekilde bir uygulamanın ise temel amaç olan adalete ulaşmayı baltaladığı yönündeki saptamamızı ve bu kuralların yargılama hukukumuzdan çıkarılması yönündeki çağrımızı yineleriz.
Söylemekten asla vazgeçmeyeceğimiz bir husus da yargıç belirleme ve terfilerinin gizli saklı oyla ve herhangi bir gerekçe içermeksizin yapıldığı mevcut düzenin savunulur bir tarafının kalmadığı; tüm kamusal görevlere girişte ve yükselmede aranan objektif kriterlerin yargı için de uygulanması gerektiğidir. Aksi halde atama ve yükselme kararlarının hakkaniyet ve doğruluğunun tartışılmasının önüne geçilemeyecek, bu husus ise yargıya en büyük ziyanı verecektir.
Yargıçların görevlerini tam bir bağımsızlık içinde ifa edecekleri, eleştirilme yada onaylanmama kaygısı hissetmeden vicdani kanaatlerini kullanabilecekleri koşulların sağlanması; hangi kıdemde olursa olsun, yargıçlar içinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili sıradüzen, denetim, yönerge şeklinde algılanabilecek uygulamalardan özenle kaçınılması, Yüksek Mahkeme’nin ciddi duyarlılık göstermesi ihtiyaç duyulan konuların başlangıcında gelmelidir.
Bunun yanında, yargıçlara ve mahkeme personeline tertipli bir program dahilinde hizmet içi eğitim verilmesinin; mahkemelerdeki hizmet verimliliğini artıracağına ve standardı yükselteceğine olan inancımızı da yine ifade etmekte yarar görmekteyiz.
Son olarak yargı hizmetlerindeki problem ve aksamalar bakımından direkt ve birinci derecede haiz olduğumuz gözlem ve tespitleri paylaşmaya, çözüm önerileri halletmeye daima hazır ve istekli olduğumuzu vurgularız.”
Hasan Esendağlı, Polis Teşkilatının içinde bulunmuş olduğu durumun “ciddi şekilde kaygı verici boyuta” ulaştığını savunarak, “Kamu güvenliği açısından birincil derecede öneme haiz bu kurumumuz, nüfus ve suçlardaki artış ile karşıtlık bir halde polis sayısının gerekenin fazlaca altında kalmasının yanı sıra teşkilattaki yozlaşma, gruplaşma, husumet, terfilerde yaşanmış olan adaletsizlik şeklinde problemler sebebiyle, görevlerini yerine getirmekte ciddi zafiyet göstermektedir” ifadelerini kullandı.
Cezai soruşturma şeklinde eleştiri ehemmiyet taşıyan bir vazife ve yetkiye haiz olan Polis Teşkilatının, bu konudaki icraatının da adil olmadığı uyarısını yapmanın da görevleri bulunduğunu ifade eden Esendağlı, ilk nazarda; polise aktarılan benzer nitelikli şikayetlerin ileri götürülüp götürülmemesine ilişkin uygulamaların standart olmadığının dikkat çektiğini kaydetti.
Daha da önemlisi, olgusal ve/yada yasal olarak zayıf ceza dosyaları tanzim edilirken; bu dosyalara bağlı olarak güvence talepleriyle kişilerin özgürlüklerinin kısıtlandığını ifade eden Esendağlı, şöyleki devam etti:
“Sonunda mahkumiyetle sonuçlanmayacak uzun yargı süreçleriyle tedirgin edilen insanların sayısında ciddi artış gözlemlenmektedir. Bu tabloda ceza dosyası tanzim yetkisinin, adeta bir baskı aracı olarak kullanıldığını söylemek yanlış olmayacaktır. İfade özgürlüğünü hedef alan dosyalar bu anlamda kategorik bir örnek teşkil etmekle beraber; problem bunlarla sınırı olan da değildir.
Bu mevzuyla ilgili olarak, ceza davaları ile ilgili kati yönetim ve sorumluluğun Anayasa tarafınca tevdi edilmiş olduğu Başsavcılığın da polisten gelen dosyaları süzmek ve elemek mevzusundaki yetkilerini yeteri kadar kullanmadığı; tutması mümkün olmayan pek fazlaca davanın dosyalanarak ceza mahkemelerine göndermiş olduğu eleştirisi de dile getirilmelidir.
Tam da bu aşamada Baro olarak fazlaca daha ciddi şekilde altını çizmek istediğimiz mevzu ise, burada ifade ettiğim nitelikteki ceza davalarının son dönemlerde mesleklerini icra eden avukatları da hedef almış olmasıdır.
Peşinen vurgulamak isterim ki bu aşamada avukatlar adına asla yargısal bir ayrıcalık talebi ardında değiliz. Sadece yargı faaliyetlerinin kurucu unsuru olan, birer mahkeme mensubu olan avukatların görevlerini ifa ederken, burada ifade ettiğim şekilde kuru sıkı davalarla, her gün vazife yapmakta oldukları mahkemeler önüne zanlı ve sanık olarak çıkarılmasının ne kadar rencide edici, onur kırıcı bir durum bulunduğunun anlaşılması gerekir. Burada azca ilkin bahsettiğim polisten gelen dosyaların hukuki incelemeye doğal olarak tutulması ve zayıf olanların ileri götürülmemesine ilişkin yetkinin hassasiyetle kullanılması, Baro olarak Başsavcılık makamından haklı bir beklentimizdir.
Üzülerek söylüyorum ki, Şimal Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti, ülkenin ve toplumun problemlerine çözüm üretecek bir yapı olma niteliğinden hızla uzaklaşmaktadır. Daha da kötüsü, bu durumun gerek yönetenler gerekse yönetilenler tarafınca adeta kanıksanmış olmasıdır. Toplumun geniş kesimlerinde devletten ve ülkeden umudun kesilmiş bulunduğunu, hiçbir mevzuda bir iyileşme beklenmediğini net bir halde gözlemleyebiliyoruz.
Buna ilaveten devlete ilişkin memnuniyetsizliğin hafife alınmayacak bir halde öfkeye dönüştüğüne; daha da üzücüsü devletin, kişiler arası konuşma yada paylaşımlarda çoğunlukla alay mevzusu olduğuna her gün tanıklık etmekteyiz.”
Esendağlı şöyleki devam etti:
“Bir taraftan dışarıdan akın akın göç almaktayız; fakat öte taraftan gençlerimiz, nitelikli, eğitimli beyinlerimiz, ailelerimiz, kendilerine başka ülkelerde gelecek aramaktadır. Ortada ayağımızın altından yitik gitmekte olan bir ülke, tüm bağları çözülmekte ve yok olmakta olan bir cemiyet vardır. Bu negatif tablonun tek sorumlusunun politika ve siyasetçiler bulunduğunu söyleme kolaycılığına kaçmamak gerekir. Ortaya çıkan bu sonuçtan, bilhassa mevcut yapıdan sağladığımız yarar ve değişime gösterdiğimiz direnç oranında- çoğumuz kendi payımıza düşen sorumluluğu üstlenmeliyiz.
Fakat en azından burada değineceğim ve dirimsel öneme haiz bulunduğunu düşündüğüm mevzularda, politika kurumu yada hükümetler tarafınca eğer istenirse çözüm üretilemeyeceğini düşünmek de mümkün değildir.
Anayasa’ya aykırı yasaların, yasalara aykırı tüzüklerin, tüzüklere aykırı yönetimsel işlemlerin göz bakılırsa bakılırsa yapıldığı; fazlaca sınırı olan bir düzenleme alanı olan yasa gücünde kararnamelerin yasama yetkisini gasp edercesine kullanıldığı; kamu yararı ilkesinin ısrarla göz ardı edilmiş olduğu bir dönemden geçmekteyiz. Hükümetin adeta ‘biz yapalım, yargı bozarsa bozsun’ yaklaşımı ile hareket etmiş olduğu görülmektedir. Bu yanlıştır. Başka bir yanlış ise, hükümetin her icraatını mahkemelere taşıma şeklindeki karşıcılık anlayışıdır. Teknik olarak başarı şansı olup olmadığı dikkate alınmadan, siyaseten karşıcılık mevzusu olması ihtiyaç duyulan pek fazlaca mevzu ile ilgili davalar dosyalandığı görülmektedir. Bu aşamada aslen siyasetin mevzusu olan meselelerin mahkemeler eliyle çözülmeye çalışılması şeklinde ortaya çıkan ergonomik, tehlikeli sonuçlara gebedir. Mahkemelerde yaratılan siyasal nitelikli dava yoğunluğu, kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı ilkelerinin sınırlarını tehlikeye atmakta ve yargıyı hedef haline getirme potansiyeli taşımaktadır.
Devlet ve kamu kurumları istihdamlarında torpil ve kayırmacılık kokan adaletsiz uygulamalara son verilmelidir. Bu adaletsizlik, toplumsal barışın temellerine konulmuş olan bir dinamitten başka bir şey değildir.
Kamunun her kademesine giriş ve yükselmelerde liyakat ilkesi temeline dönmek zorundayız. Liyakat ilkesinin Devlet tarafınca uygulanmıyor olması, kamu hizmetlerindeki genel bozulmanın ve çöküşün ana sebebidir. Torpil ve partizanlık, devleti içeriden kemiren ve çökerten bir parazitten başka bir şey değildir. Kamunun pek fazlaca eleştiri pozisyonu niteliksiz, yeteneksiz, başarısız kişilere teslim edilmiş durumdadır. Bilhassa üst aşama yöneticileri ile ilgili olarak, bu kişilerin müşavir olup olmamasından daha mühim olan husus; üçlü kararname ile atama sisteminin derhal terkedilmesi gerekliliğidir. Pek bir çok teknik data ve deneyim gerektiren bu makamların, liyakata dayalı yükselme sistemine dahil edilmesi elzemdir.”
Esendağlı, cezaevindeki güncel mahkum ve tutuklu sayılarının, ülkenin muhaceret uygulamalarında fazlaca ciddi bir problem bulunduğunu gösterdiğini ifade ederek, “Yasal ve geçerli bir amacı olup olmadığı süzülmeden rahatça ülkeye giriş icra eden yada yasal bir statüsü olmaksızın senelerce ülkede kalan kişilerin karıştığı kriminal olayların önüne geçilememektedir” dedi, yönetime; “Kapasitesi artırılmış yeni cezaevi, daha faaliyete geçmiş olduğu ilk yıl, dolmuş ve taşmış durumdadır. Şimdiki planımız nedir? Yeni bir cezaevi daha yapmak mı? Yoksa artık ülkemize girişi ve ikameti, yasal amaçlarla sınırı olan kılacak etkin bir denetim mekanizmasını uygulamaya koyacak mıyız?” diye sordu.
Ülkedeki inşaat yoğunlaşmasını, “ekonomik gelişme ve gelişme” kabul eden anlayıştan ne vakit vazgeçileceğini soran Esendağlı, şöyleki devam etti:
“Tüm sahiller, ziraat alanları, dağlar ve tepeler betona dönüştüğü vakit mı? Bir balon şeklinde şişen sektör, patlayıp yeni mağdurlar yaratınca mı? Fahiş şekilde yükselen emlak tutarları karşısında orta halli yerli insanların konut sahibi olması tamamen olanaksız hale erişince mi? Aslına bakarsanız yetmeyen elektrik, su, kanalizasyon, trafik alt yapıları tamamen çökünce mi? Hakkaten tüm saydığım problemler içinde ülkemize yaptığımız bundan daha büyük bir fenalık bulunduğunu düşünmüyorum. Gelecek nesillere ne bırakacağız? Büyük bir kısmı yabancılara satılmış, betona boğulmuş bir ülke mi?”
Vatandaşlık ve göç mevzusunda, devletin politikası yada planlaması olup olmadığını soran Esendağlı, “Var ise nedir? Vatandaşlık vermek, yalnız bir kimlik kartı teslim etmekten ibaret değildir. Ülkedeki sıhhat ve eğitim başta olmak suretiyle kamusal hizmetlerin mevcut nüfusa dahi yetmediği açıkça ortadayken; hız kesmeksizin verilen vatandaşlıklar hangi amaca, hangi kamu yararına hizmet etmektedir? Yasada yer edinen istisnai vatandaşlık verme yetkisinin, yasal kriterlerin varlığı aranmadan, gülünç denecek gerekçelerle rutin bir uygulamaya çevrilmesi ve ülkeyle doğru dürüst bağları olmayan kişilere bile vatandaşlık dağıtılması, her şeyden ilkin KKTC Vatandaşlığının değerinin bizzat devletin kendi eliyle düşürülmesi değil midir?” diye sordu.
Esendağlı, Barolar Birliğine kayıtlı avukatlarla, gerek mesleki gerekse toplumsal sorunlarla ilgili üstlerine düşeni yapacakları mevzusunda güveninin tam bulunduğunu ifade ederek, bağımsız yargıyı, demokrasiyi, insan haklarını ve toplumun refahını savunmaya devam edeceklerini altını çizdi ve “Yeni adli yıl hepimize hayırlı olsun” dedi.