DOLAR
34,5551
EURO
36,1746
ALTIN
2.982,86
BIST
9.367,77
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Yağmurlu
18°C
İstanbul
18°C
Yağmurlu
Cumartesi Az Bulutlu
9°C
Pazar Az Bulutlu
10°C
Pazartesi Hafif Yağmurlu
9°C
Salı Parçalı Bulutlu
12°C

Akademia’nın Imtihanı[1]

13.09.2023 15:32
12
A+
A-
Akademia’nın Imtihanı[1]

Hakkı Yücel
 
yucelh@kibrisonline.com

 

İnsanoğlunun aklına mukayyet olmaya başladığı günlerden bu yana temel iddialarından biridir. Tepeden tırnağa yaşamın tüm alanlarındaki olumsuzlukların giderilmesi ve kalitenin artırılması mevzusunda ilk akla gelen hep ‘eğitim’ olmaktadır. Seçkininden bayağı vatandaşına, eli kalem tutanından kahvehane sohbetlerinin müdavimlerine kadar derhal hepimiz için ‘eğitim’ neredeyse her derdin devası olarak algılanır ve anlatılır.. Bu geniş ön kabul ‘bilim-bilgi’yle toplumun kolaylıkla tekrardan inşa edilebileceği inancından beslendiği kadar, ‘bilim-bilgi’nin ihtiva ettiği güç sebebiyle, gücün kendisinde yoğunlaştığı -yaşamın büyük oranda düzenleyicisi olan-  ‘devlet-iktidar’la olan ilişkisinden de kaynaklanıyor olsa gerektir. Bu şekilde olduğundandır ki, ‘bilim-bilgi’nin üretilip aktarıldığı, okutulup öğretildiği kurumlar büyük ehemmiyet arz etmektedir. Bu kurumlar içinde öne çıkan üniversitelerin ve üniversite çevrelerinin daima gündemde olmaları da herhalde bu yüzdendir. Örnek, gelişmiş demokrasilerde ‘Akademia’nın kendisiyle bütünleşen ve ağırlıklı olarak ‘olgu’larla anlam kazanan bilimselliği üstünden elde etmiş olduğu büyük güçle, gene onun yaşama dönük ‘kıymet’lerle sosyalleşen diyalektik ilişkisinden doğan gücünün toplamı, son kertede ‘devlet-iktidar’ gücünün sorgulanması ve tekrardan oluşturulması anlamında ‘beşinci kuvvet’ olarak anlatılan bir ehemmiyet kazanmasına yol açmakta ve bu da ‘üniversite’yi (kısaca ‘bilim-bilgi’ ve ‘eğitim’i) yaşamın vazgeçilmezi kılmaktadır.

Platon’un, Atina civarlarındaki bir zeytinliği kendine mekân edinip kurduğu ‘Akademos’undan bu yana, ‘bilim-bilgi’ hayatımızın içindedir. Etrafına toplamış olduğu öğrencileriyle Platon, gözlerden uzak bu hususi mekânda hakikatin ve düşüncenin ardında giderken, orada üretilen informasyon, hemen hemen daha oldukça kendisiyle sınırı olan bir güç ve imtiyaz unsuru olarak telakki edilmekte ve her insanın dâhil olamadığı bu alan içinde yaşam gören ufak bir cemaatin uhdesinde kalmaktadır. Bu o denli öyledir ki Rönesans’la birlikte sanatın ve giderek bilimin, dinin ve eğitim (ya da hakikat) adına öne çıkmış olan Kilise’nin yerini alacak yeni ‘akademi’lerin açılması da –en azından şimdilik- bu kendisiyle ve giderek bir tek seçkinlerle sınırı olan ve ayrıcalıklı güç konumunu değiştirmeyecektir. Burada bilim ve informasyon hâlâ ‘akademi’nin sınırları içinde var olmaktadır ve kendi fildişi kulesinde erişilmezliğini ve kutsiyetini korumaktadır. Ve nihayet Aydınlanma ve Modernite ile beraber ‘bilim-bilgi’nin tabiat ile direkt yüzleşmesi ve onu sorgulayarak değiştirmeye emek vermesi onu giderek gücünün zirvesine doğru çekmektedir.

Aklın, bilimin ve bilginin dünyayı anlamada ve doğayı değişiklik yapma yolunda kazanılmış olduğu bu büyük güç, 18. yüzyılda ‘üniversite’lerin ardı arkasına kurulmalarıyla bir bakıma ‘Üniversiteler Çağı’nı başlatacaktır. (Üniversite, ‘üniversal’, kısaca evrensel olandan neşet etmekte ve evrensel olanı işaret etmektedir). Aynı anda ‘ulus-devlet’in giderek yerleşik ve başat siyasal yapı olarak varlık bulması, bu yeni siyasal yapı ve onun ideolojisinin oldukça genel olarak ‘eğitim’ ve daha spesifik anlamda da ‘bilim-bilgi’ ve ‘üniversite’ ile olan hususi ilişkisini de gündeme getirecektir. Ulusçuluk ideolojisi ile yeni bir siyasal-toplumsal kurgulanış ve bunu elde eden ve denetleyen yeni bir sınıfsal ‘devlet-iktidar’ (güç) söz mevzusudur artık ve ‘eğitim’ ve ‘bilim-bilgi’ de -başka unsurlar yanında- bu kurgulanışın olmazsa olmaz dayanakları halini alacaktır. Bilhassa ilk ve orta eğitim dönemlerinde ‘devlet-iktidar’ tarafınca belirlenen ve bu kurumların enerjisini, kalıcılığını ve kutsiyetini sağlayacak yönde ideolojik endoktrinasyona doğal olarak tutularak işlev görür bir hale getirilen eğitim; ‘üniversite’ aşamasına gelindiğinde ise, bu kurumların (üniversitelerin) bizatihi ‘bilim’ ve ‘informasyon’ üretilen yer olmaları ve bu özelliklerinden meydana gelen  gücü içermeleri sebebiyle farklılaşma gösterecektir.. Bu farklılaşmanın mahiyetini belirleyecek olan ise , artık ‘akademia’nın kendi içine kapalı halinin aşılarak duvarlarının ötesine doğru genişlemeye yüz tutan ve direkt yaşamla karşı karşıya gelmeye başlamış olan ‘üniversite’lerin, ‘bilim-bilgi’nin deposu ve merkezi olmalarından doğan güçlerini, yüzleştikleri bu yeni dünyada kendilerine yönelen ‘devlet-iktidar’ (güç) merkezleriyle kuracakları ilişki biçimidir.

Temel sual şudur: Bu aşamada ‘üniversite’ler ve haliyle ‘bilim-bilgi’, enerjisini, ‘devlet-iktidar’ (güç) ile bütünleştiren ve onun emrinde kullanılan bir işlevi üstlenmekle mi yetinecektir; ya da kendi enerjisini salt kendisiyle sınırlandırarak, kendi iktidarını sağlamlaştıran bir yalıtılmışlık içinde kalmayı mı tercih edecektir (bu durumu ‘üniversite’nin salt ‘bilimsel olgu’lara dayanarak ‘akademizm’ ya da ‘bilimizm –scientisim-’ dünyasında kalmak, niteliksel dönüşümlerini ve gelişmelerini salt bu dünya ile sınırlandırmak diye tanımlamak da mümkün); yoksa Antik Yunan’dan itibaren aşama aşama gelişen, bu gelişim harcında Kilise’nin ve zalim iktidarların yobaz şiddetiyle akıtılan bilim adamları ve bilgelerin kanlarının yer almış olduğu, Descartes’in cogitosu (‘Düşünüyorum o halde varım!’), Kant’ın ‘Sapare Aude’si (‘Kendi aklınla düşünmeye cesaret et!’) ve daha birçoklarının katkılarıyla bilim-bilgi-düşünce ufuklarının devamlı genişletildiği özgür, yaratıcı ve eleştirel enerjisini, ‘devlet-iktidar’(güç) karşısında özerkleş(tir)erek, hem ‘bilimsel olgu’lar çerçevesinde ‘dikey’ anlamda derinleşmek ve yetkinleşmek (bilim standardını devamlı çoğaltmak ve geliştirmek) ve hem de ‘kıymet’ler çerçevesinde ‘yatay’ anlamda genişleyerek modern dünya ve toplumun kurulmasına (‘bilim-bilgi’den başlayarak siyasetin ve toplumsal yaşamın demokratikleşmesine), onun zihniyet dünyasının oluşmasına (demokrat zihniyet ya da düşüncenin demokratikleşmesine) katkıda bulunmaya devam mı edecektir? Günümüzün bilhassa gelişmiş demokrasilerinde temel güçler olan Yasama, Yürütme ve Yargı yanında dördüncü kuvvet olarak zikredilen Medya’ya, beşinci kuvvet olarak ‘Akademia’nın da katılmış olması; yeni toplumsal-siyasal projelerin söz mevzusu olduğu dünyamızda bu projelerin anlamlandırılması (kavramsallaştırılması) ve hayata yönelik yaşayan gerçeklikler olarak yansıtılması (demokrasi ve demokratikleşme işte tam burada ehemmiyet kazanmaktadır) yönünde ‘üniversite’leri ısrarla gündemde tutmaktadır..

Aşikâr olan şudur:  Üniversite (akademia) kendi sınırları içinde kendisi için bir güç olarak kalmış olduğu ya da bilim adına ‘olgu’larla yetinen ‘akademizm (scientism)’ anlayışıyla yetindiği sürece, toplumdan uzaklaştığı kadar, direkt ya da dolaylı olarak iktidarın (başat güç/anlayışın) dümen suyunda duracak, otoritesine boyun eğecek, onun saç ayaklarından birisi olarak kalacaktır. Buna karşılık, üniversite (akademia) ‘bilimsel olgu’larla kazanılmış olduğu bilimsel derinliğini ve yetkinliğini ‘kıymet’lerle genişleterek sosyalleştiği; özgür ve yaratıcı düşünceyi, çoğulculuğu, katılımcılığı, eleştirelliği teşvik etmiş olduğu ve bu temel ayaklar üstünde vücut bulmuş olduğu sürece kendi niteliksel gelişimi yanında, hem direkt toplumsal yaşama dâhil olacak, hem de siyasetten kültüre, düşünceden sanata yaşamın tüm alanlarında etkin ve demokratik bir güç olarak işlevsellik kazanacaktır.

Türkiye’de rejimin geleceğini belirleyecek olan 16 Nisan referandumuna doğru gidilirken, Erdoğan ve AKP muhalifi unsurlara yönelik olarak daha da artan baskıların ve hazzı uygulamaların bir başka acıklı örneği şimdilerde akademi dünyasında yaşanıyor. Ardısıra görevden ihraç edilen akademisyenlere, son olarak KHK garabetiyle birçok kıymetli isim daha eklendi. Ülke genelinde yaşanmış olan gelişmelerin ortaya çıkardığı negatif tabloya,  üniversitelerdeki kıyımla yenisini ekleyen iktidarın pervasızlığı ürkütücü boyutları ulaşırken,  özgür-yaratıcı, eleştirel düşüncenin menbaı olan/olması ihtiyaç duyulan ‘Akademia’nın özerkliğini ortadan kaldıran, fikir özgürlüğünü direkt hedef alan bu karar, ‘akademia’nın geleceğinin nasıl biteceği sorusunu gündeme getirdi.  Geniş kesimlerde alınan karara tepkiler yükseliyor, eylemler ortaya konuyor, direniş sürüyor. Sadece hepsi tamam da, bu aşamada aslolan dört gözle beklenen, saldırılar/baskılar karşısında farklılıklarıyla, içerisi (içerde kalanlarla) ve dışarısıyla (görevden alınanların) akademia dünyasının tümünün göstereceği tavır.

Can alıcı sual şu: Akademia, iktidarın onu kendine doğal olarak kılmaya zorlayan ve kurumsal yapısı içine hapseden baskılarına boyun mu eğecek; yoksa özerk yapısını koruyup, bilim yuvası olarak niteliksel gelişimini sürdürürken, aynı anda baskıya karşı direnme, özgürlüklerin ve demokrasinin kökleşmesine yönelik sorumluluklarını yerine getirebilecek mi?

Akademia’nın varoluşsal kertede ehemmiyet arz eden imtihanı var, kendisiyle ve iktidarla..

 

[1] Bu yazı, 3 Mart 2005 tarihinde “hamamboculeri.org” sitesinde gösterilen “Demokratik üniversite” başlıklı yazımının gözden geçirilmiş, değiştirilerek güncellenmiş halidir.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.