DOLAR
32,3374
EURO
34,8108
ALTIN
2.390,60
BIST
10.276,88
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul
Hafif Yağmurlu
16°C
İstanbul
16°C
Hafif Yağmurlu
Cumartesi Parçalı Bulutlu
18°C
Pazar Açık
20°C
Pazartesi Açık
21°C
Salı Açık
24°C

“O yavruların gözyaşında boğulun…”

“O yavruların gözyaşında boğulun…”
13.08.2023 07:12
8
A+
A-

Kıbrıs Postası Gazetesi Genel Gösterim Yönetmeni Rasıh Reşat, Yenidüzen Gazetesi’nin dün meydana gelen sayısında ön sayfadan paylaşmış olduğu, devlet okullarındaki yabancı evlatların yaşamış olduğu sıkıntılara ışık tutan haberine ilişkin yazdı, kendi deneyimini paylaştı.

Bugünkü köşe yazısında, Kıbrıslı Türk bir ailenin evladı olarak doğduğu Londra’da okula başlama yaşına vardığında yabancı bir çocuk olarak başka bir dilin konuşulmuş olduğu bir okula gitmenin zorlukları, hissettirdikleri ve uyum sağlama sürecini söyledi…

Reşat, bu ülkede hiçbir süre göçmen politikası olmadığına işaret ederken “Eğer ülkenize yabancılar gelip yaşam kuruyor ya da yaşamının bir kısmını burada geçirecekse, bununla ilgili bir tek onların emek harcama ve ikamet düzenlemelerine bakmakla bu iş olmaz” dedi…

 

İşte Rasıh Reşat’ın bugünkü yazısı:

 

O yavruların gözyaşında boğulun…

Yenidüzen Gazetesi’nin manşetine baktığımda içimden bir şeyler kopup gitti. Gazetenin ve genç meslektaşımız Dila Şimşek’in oldukca güzel bir halde dokunduğu mevzu beni oldukca gerilere götürdü.

Kıbrıslı Türk bir ailenin ilk evladı olarak doğduğum Londra’nın Wimbledon semtinde, okula başlama yaşına gelmiştim. Yaşadığımız bölgede pek Türk olmadığı şeklinde, mahallede oyun oynayacak yaşa da hemen hemen gelmemiştim.

Annem, 50’li yıllarda mühendis olup kendisine bir yaşam oluşturmak amacıyla İngiltere’ye yerleşen babamla 1971’te evlenmiş, Kıbrıs’tan onun kurduğu düzene dahil olmuştu. Babam devamlı Almanya ve Belçika’da NATO projelerinde evden uzakta olduğu ve benden bir buçuk yıl sonrasında gelen ikiz kız kardeşlerimle beraber neredeyse üçüz büyütmek zorunda kalmış olduğu için, haliyle İngilizcesini o sürelerde istenen noktaya taşıyamamıştı. 

Evde Türkçe konuşulur, söylediğim şeklinde hemen hemen mahalledeki İngiliz çocuklarla teşriki mesaiye başlamamıştım, o nedenle de doğduğum ülkenin lisanına hakim olmadan okulun yolunu tuttum.

Benden başka Türk yoktu Merton Abbey Primary School’da. 

Öğretmenler oldukca ilgilendi. Hususi programlarla beni öteki evlatların seviyesine birkaç ay içinde getirmeyi başardılar. Devamlı annemle ve babamla irtibattaydılar. Sınıfa intibak mevzusunda okul hiçbir fedakârlıktan kaçınmadı.

Aradan üç-beş ay geçtiğinde artık evindeki Türkçe sorulan sorulara bile İngilizce cevap verir hale gelmiştim.

Sonrasında öğretmenlerimden anneme babama iletilen övgülerle de o sıkıntılı süreci atlatmış olduk.

Sadece zordu.

Kim bilir o yaşlarım ile hatırladığım bir iki mevzudan biridir, yabancı bir çocuk olarak başka bir dilin konuşulmuş olduğu okula gidip gelmek. Hem de Mrs. Bareham şeklinde son aşama sert fakat altın kalpli bir öğretmenin ortaya koyduğu hususi çaba ve gözyaşlarımı silerken gösterdiği şefkati hatırladığımda hâlâ gözlerim dolar dolar boşalır.

Vatanımızda oldukca sayıda yabancı çalışanın olduğu günümüzde, onların evlatlarının en temel insan hakkı olan eğitim alma hakkını sunmak boynumuzun borcudur elbet.

Sadece anası babası Kıbrıslı Türk olan evlatların bile akran zorbalığına maruz kalmış olduğu, dalga geçmenin çocuklar içinde statü elde etme ve güç gösterisi olarak algılandığı ve bu mevzuda herhangi bir önlemin alınmadığı ortamda yabancı bir çocuk olarak okula giden miniklerin halini hayal bile edemiyorum.

Öğretmenlerin ya da Ulusal Eğitim Bakanlığı’nın noksanlıklarını bir kenara bırakıp birazcık daha geniş düşünmeye çalışıyorum.

Bu ülkenin hiçbir süre bir göçmen politikası olmadı ki.

Emek harcama izni, muhaceret tüzükleri ve onlardan kesilen yatırımlarla yerli istihdamı geliştirme fonu oluşturmak şeklinde unsurlarla bir ülkenin göçmen politikası olacağını düşünen sığ beyinler tarafınca yönetildik hep ne yazık ki.

Eğer ülkenize yabancılar gelip yaşam kuruyor ya da yaşamının bir kısmını burada geçirecekse, bununla ilgili bir tek onların emek harcama ve ikamet düzenlemelerine bakmakla bu iş olmaz.

O insanoğlu çalışıyorlar. Vergileri maaşlarından kesilip kasanıza yatıyor. Sigorta primleri kesilip bir başka kasanıza yatıyor. Onların ve evlatlarının sıhhat ve eğitimlerine de lüzumlu ilgiyi göstermek zorundasınız.

Bu yavruların her gün akan gözyaşlarının vebali boynunuzdadır ve inşallah o gözyaşlarında boğulursunuz.

 

HABER İÇİN TIKLAYINIZ…

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.